Wednesday, February 22, 2012

Bolu Dağları

Bolu dağlarına aşığım. Türkiye’mizin cennet köşelerinden. Dağların tepesinde, minik bir köy evimiz var. Ne elektriği, ne suyu var. Arada bir günü birlik ya da hafta sonu kalmalı gidiyoruz. Hayatımın en güzel günleri orada geçiyor diyebilirim.  Bu enfes resimleri geçen Kasım ayında çekmiştim. Karlarla kaplanınca daha da bir romantik oluyor her yer.

Dağlar insana apayrı bir huzur ve dinginlik veriyor. Şehrin o robotlaşmış yaşantısından ve teknolojiden uzaklaşıp, kendimi tekrar insan hissediyorum diyebilirim. Boyları 50 metreye varan anıt ağaçların altında yürürken ve yanınızdan inekler geçerken, gündelik sorunlar o kadar uzakta kalıyor ki... Sanki hayat ormanda var da, şehirde yok gibi bir hisse kapılıyor insan... 




Bizi karşılayan köylülerin evinin girişinde odun sepeti...


 Dağa tırmanırken yolda bize selam eden inekler...

 Yayladaki köy evimiz, 1 oda ve salondan ibaret. Babam anlatmıştı, dünya genelinde km kareye, yaklaşık 54 kişi düşüyormuş. Türkiye'de yaklaşık 90 kişi düşüyormuş. Ama Bolu dağlarında durum başka, 100 km kareye 1 kişi düşüyor sadece. Yani ohh kafa dinleme mekanı da denebilir =) 


Sobada mis gibi köy ekmeği. Üstüne bir tek yağ sürüp ye, yeter. Cennet!
Tarifi yakında blogumda...

Yoğun kara rağmen açmış asi bir çiğdem...  Bu kareyi yakalayabilmiş olmak, benim için ayrı bir mutluluktu.  


Bu yolu yukarıya doğru tırmanırken hamileydim. Bravo diyorum şimdi kendime... Mis bir kokusu var bu dağların. Çam ve kar kokusu, biraz da toprak.. Afrodizyak gibi birşey. İnsan her hücresinin canlandığını hissediyor. Mutluluk hormonu salgılıyor. 


Herkesin en az bir kere tırmanması gerek bu dağlara. Yakındaki Sülüklügöl de görülmeli. Oralar da ayrı cennet!  TV'de belgesel izleyerek ya da greenpeace'e her ay 100TL vererek doğa sevilmez. Bizzat kalkıp gideceksin, çamura bulanıp, otlardan alerji kapacaksın... ama sonra, yavaş yavaş doğanın tadına varınca, vazgeçilmezin olacak, asıl doğacı o zaman olacaksın. Yeşillik görmediğinde için daralıyorsa, işte gerçek bir doğaseversin demektir. 


Tuesday, February 21, 2012

Naneli Poğaça & Portakallı Muffin

Misafiri çok severim. Heleki kahvaltı ya da bruncha geleceklerse.... Kahvaltıda vazgeçemediğim lezzetler arasında ise güzel bir poğaça ve taptaze muffinler gelir.

Resimdeki beyaz peynirli ve naneli poğaçalar sevgili Fatoş Yağcı'nın Çaya Davet kitabından. Kendisinin bir çok tarifini çok farklı ve özel bulduğum için misafirlerime tekrar tekrar yaparım. Fatoş hanımcığımın bu lezziz tarifi çok hafif diyemem ama süper bir lezzette diyebilirim. Heleki taptaze pişirip servis ederseniz =) Üzerlerine kendim evde basıp yapıştırdığım "homemade with love" taglerinden iliştirdim. Böyle mini detaylar, güne ayrı bir renk katıyor diye düşünüyorum.

Alttaki resimde gördüğünüz çikolatalı ve portakkalı muffinler 425gr kitabından. Bu kitaptaki her tarif çok iyi tutmuyor ama bu muffin tam ölçüsüyle yapılınca mükemmel sonuç veriyor. Ben içine ekstra fındık da katıyorum- bu da can dostum the runway bride'in bir tavsiyesi. Ayrıca üzerine de chocolate glazür döküyorum. Cennette muffin pişse böyle olur herhalde. Bunlara da mini bayrakçıklar yapıp kürdana yapıştırdım ki sunum havalı olsun =) gerçekten de çok beğenildi.



Yeni Blogum

10 sene Amerika'da yaşarken, New York'tan Sevgilerle blogunu yazıyordum. Çok sevenim ve takipçim vardı. Gezdiğimi, gördüğümü, yediğimi içtiğimi anlatıyordum. Resimlerimi paylaşıyordum, gelen gidenlerle fikir alışverişi yapıyordum. Ancak 2009'da evlenip, tekrar yurda dönünce, o blogu kapatmak zorunda kaldım.

İçimdeki deli yazma aşkı ve o arlanmaz uslanmaz merak beni yeni bir blog açmaya itti. Şimdi İstanbul'daki yeni hayatımı, oğlumu, pişirdiklerimi, severek yediklerimi, gezdiğim yerleri, beğendiklerimi, okuduklarımı, partilerimi, eşi dostu yazacağım. Tutku duyduğum herşeyi anlatacağım. Bu blogda ne kadar "ben" varsam, siz de o kadar kendinizi bulacaksınız, keyifleneceksiniz.

Hayata aşkla bağlıyım. Bu aşkı yazacağım- aşk nelere kadir onu yazacağım.

XOXO
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...