Bolu dağlarına aşığım. Türkiye’mizin cennet köşelerinden. Dağların
tepesinde, minik bir köy evimiz var. Ne elektriği, ne suyu var. Arada bir günü
birlik ya da hafta sonu kalmalı gidiyoruz. Hayatımın en güzel günleri orada
geçiyor diyebilirim. Bu enfes resimleri
geçen Kasım ayında çekmiştim. Karlarla kaplanınca daha da bir romantik oluyor
her yer.
Dağlar insana apayrı bir huzur ve dinginlik veriyor. Şehrin o
robotlaşmış yaşantısından ve teknolojiden uzaklaşıp, kendimi tekrar insan hissediyorum
diyebilirim. Boyları 50 metreye varan anıt ağaçların altında yürürken ve
yanınızdan inekler geçerken, gündelik sorunlar o kadar uzakta kalıyor ki...
Sanki hayat ormanda var da, şehirde yok gibi bir hisse kapılıyor insan...
Bizi karşılayan köylülerin evinin girişinde odun sepeti...
Dağa tırmanırken yolda bize selam eden inekler...
Yayladaki köy evimiz, 1 oda ve salondan ibaret. Babam anlatmıştı, dünya genelinde km kareye, yaklaşık 54 kişi düşüyormuş. Türkiye'de yaklaşık 90 kişi düşüyormuş. Ama Bolu dağlarında durum başka, 100 km kareye 1 kişi düşüyor sadece. Yani ohh kafa dinleme mekanı da denebilir =)
Sobada mis gibi köy ekmeği. Üstüne bir tek yağ sürüp ye, yeter. Cennet!
Tarifi yakında blogumda...
Yoğun kara rağmen açmış asi bir çiğdem... Bu kareyi yakalayabilmiş olmak, benim için ayrı bir mutluluktu.
Bu yolu yukarıya doğru tırmanırken hamileydim. Bravo diyorum şimdi kendime... Mis bir kokusu var bu dağların. Çam ve kar kokusu, biraz da toprak.. Afrodizyak gibi birşey. İnsan her hücresinin canlandığını hissediyor. Mutluluk hormonu salgılıyor.
Herkesin en az bir kere tırmanması gerek bu dağlara. Yakındaki Sülüklügöl de görülmeli. Oralar da ayrı cennet! TV'de belgesel izleyerek ya da greenpeace'e her ay 100TL vererek doğa sevilmez. Bizzat kalkıp gideceksin, çamura bulanıp, otlardan alerji kapacaksın... ama sonra, yavaş yavaş doğanın tadına varınca, vazgeçilmezin olacak, asıl doğacı o zaman olacaksın. Yeşillik görmediğinde için daralıyorsa, işte gerçek bir doğaseversin demektir.